30 Eylül 2011 Cuma

stand by me

gün bitmedi, akşam olmadı; büronun içinde dört döndüm. sıkıntıdan saçma sapan işlerle uğraştım, hiç gereği olmayan dilekçeler yazdım, eski yazdıklarımı bozup yeniden kurdum. yemek yaptım, herkesin karnını doyurdum; bir içimi dolduramadım. kocaman bir boşluk.

boşluk kocaman, ama o kabına sığamaz, boğulup patlayacak gibi şişen ruhu neyle açıklayacağım? dar attım kendimi eve. akşama kadar şu dakikaların hayalini kurmuştum: yağmur sonrası yarı açık gökyüzünde bulutlar, rengarenk gün batımı; sarısı çokça, turuncusu mebzul miktarda, grisi efendi. az önce ip gibi bir hilal de yükseldi, süleymaniyenin ışıkları yandığında minarelerin tepesine kuruldu.

kulakları ihmal etmek de olmaz(hele benimkiler gibisini!), çok sevdiğim, çoktan da çok dinlediğim, ölene kadar da severek dinlemeye devam edeceğim bir albüm çalıyor.

yıllar önce lisedeyken bluejeanin bir tanıtım yazısında görüp, ilk ve haliyle platonik aşklarımın seyir defteri gibi duran karışık kasetleri hazırlattığım kanaat müzikteki nusret abiyi her gidişimde sora sora bunaltarak en sonunda getirttiğim kasedini belki yüzlerce kez çevirmişimdir başka başka teyplerde. kaset en sonunda, istanbula geldiğimdeki ev arkadaşım O tarafından, benim evde olmadığım bir akşamda "aaa, ne güzelmiş bu, vik vik vik" diyen bir kıza hoyratça hediye edilmiş, O ise, bir akşam dinlemek için arayıp da bulamamamı müteakip kendisinden akıbetini öğrendiğimdeki yırtınmalarımı, kendimi duvardan duvara vurmalarımı, kızıp bağırmalarımı, yastıklara kafa, duvarlara tekme atmalarımı, giden kasedin ardından sanki nişanlım işgalci yunan askerleri tarafından tecavüz edilip kirletilmek üzere kaçırılmış veya kızkardeşim pavyona düşmüş de oradan adana genelevine satılacakmış gibi tuttuğum yası anlamlandıramamış; sadece "skiim kasedini, alırız yenisini, nolcak oğlum" diyerek son derece soğukkanlı ve profesyonel bir yaklaşımla beni sakinleştirmeye çalışmıştı. artık ikibinli yıllarda olduğumuzu, kaset denen şeyin antika muamelesi gördüğünü ve bir mucize olmazsa artık nah bulunacağını anlatma çabasına bile giremedim... sonrası sadece acı ve gugukkuşundakielektroşoktanyeniceçıkmışceknikılsınbakışları.

2-3 yıl sonraydı. cd yapmışlar albümü. görür görmez üstüne atladım. o günden beri dön babam dön çalıyor. bazen ya bozulursa diye bir tane de yedek alsam mı diyorum. ah, bir de arizona dream soundtracki var. hem gülerken hem de ağlarken dinlediğim, yine ölene kadar da dinleyeceğim.

O'ya kızgınlığım hala devam ediyor. ya da kızgınlık değilse de bir kırgınlık. en azından unutamıyorum. malum, yengeç affeder belki, ama asla unutmaz. sen de biliyorsun bu huyumu ve O kadar ağır küfürlerle değil belki ama, surat asmalarım, ters cevaplarım ve kızgın bakışlarımla muhatap olmuşluğun var. şimdi de diyeceksin ki, "hastasın sen oğlum, kaset gittiyse gitti, bak cdsi var elinde, daha bile iyi değil mi!"

cdsi de olsun ama kaset de dursaydı ya diyorum bense. sen bunu genelde mülkiyetçi kişiliğime, kimi zaman da bencilliğime bağladın. bencil davranışlarım olduğunda zaten hemfikiriz de, mülkiyetçilikten kastımız hep farklı oldu. özellikle bu tarz eşyalar konusunda. evimi arabamı paramı alsınlar, ama ilkokuldan kalma çöpten adam çizimlerime ya da ilk öpüşmemin ertesi günü aldığım örümcekadam sayısına yan gözle bile bakmasınlar. ben satın aldığım günü hatırlıyorum o kaseti gördüğümde, elime aldığımda; o yaşıma dönüyorum, o çalarken yaptığım araba yolculuklarını, sınav gecelerini, sevişmelerimi, rulo yapılmış ders notu görünümlü mikrofonumla şirinyerdeki evde binlerce seyirciye verdiğim konserleri, o konserler esnasında arkamdaki her renkten kızla sahnede gerçekleştirdiğim inanılmaz dans gösterilerini, gecenin köründe bir başıma ağlamalarımı.

sen bunu da anlıyorsun da, abarttığımı düşünüyorsun... abartıyorum da sanırım. ortasını bulamaz mıydık? ben biraz daha makul davranır, neticede söz konusu olanın bir eşyadan ibaret bulunduğunu ve asıl hatıranın elimde değil içimde durduğunu, senin açındansa karşındakinin hıyar bir yengeç olduğunu kendimize hatırlatsak, bulurduk. ama istemedik ki!. biz böyle güzeliz. kızar, dövüşür, surat asar, sonra birbirimize sırıtırız. işte olur biter(böylece o eşyaya bir hatıra daha yüklenir ve ben iyice psikopata bağlarım, ama buna hiç girmeyelim şimdi).

(B.'ye not: biliyorum ki, bunları okuduğunda aklına ilk gelecek olan, lisede kitaplığımın üstüne astığım "lütfen ödünç kitap istemeyin, 'sen yabancı değilsin, alabilirsin' desem bile istemeyin" yazısı olacak... hastalıklı olduğumu hiç inkar etmedimki!. hem yirmi yıldan fazla zaman geçti, artık bu kadar durmasak üstünde?)

gene çokça kendimden bahsettim, değil mi? ara sıra, önceden yazdıklarımı okuduğumda farkediyorum bunu. biraz normal herhalde, günlerimiz sensizken yazdıklarımın yaşadıklarım ve hissettiklerim olması. yazmaya başladıktan sonra ister istemez kendime, içimdekilere kayıyor elim.

ama seni çok düşünüyorum. yazamasam da aklımın köşelerini hep sen meşgul ediyorsun. napıyorsunları, ne yiyip ne içiyorsunları geçtim de, en çok başta anlattığımdaki gibi anlarda, sakin, güzel zamanlarda düşünüyorum seni. kötü hissediyorum önce, sen oralarda kimbilir ne hallerdeyken burada keyif yapabilmek hem utandırıyor hem de üzüyor beni. sonra umudumu sevip okşuyorum, seni oradan kurtaramasam da senin için kendimi karamsarlıktan kurtarıyorum.

yazamıyorum. yazmayı çok istiyorum. aklımda anılar dönüyor, bu anıları söze döküyorum, yazıya dökemiyorum. yeni yeni olaylar geçiyor başımdan, anlatamıyorum. tek bir anın hayaliyle yaşıyorum, mezeler geldiğinde rakı kadehleri çınlayacak ve ilk yudumun ardından ilk sigaralar yakılacak. bilbo baggins'in müthiş eseri "batısınırları kırmızı kitabı"nda yer alan "gittim ve döndüm" başlıklı öyküsünü henüz yazmaya başladığında düşündüğü güzel son, "...ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar"daki gibi.

arasını nasılsa yaşayacağız. bu seferlik de yoldan, yolculuktan ziyade varılacak yer önemli olsun.

o varacağımız yerde, mezeleri, yaprak ciğeri, muska böreğini ve rakıyı bitirdikten sonra elimizde birer sigarayla sallana sallana eve yürüyecek, merdivenleri iki ileri bir geri tırmanıp içeri girer girmez biraları açacak, cd çaların sesini en sona getirip Ben E. King dinleyecek, rulo yapılmış gazete kağıdı görünümlü mikrofonlar elimizde "stand by me" diye böğürecek, gözümüzden yaş gelene kadar sarhoş kahkahaları atacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder